2011-10-30

Kuala Lipis; Kuala Tahan (Taman Negara); Jerantut; Temerloh; Bentong


Cameron Highland tırmanışımızdan sonra 1600m yükseklikte bulunmanın heyecanı ile inişe başlamak için sabırsızlanıyorduk. Doğuya doğru pedallamak ve tekrar 200m rakıma uzun orman yollarında inmek ve manzaranın tadını çıkarmak…
Sabah kalktığımızda hava kapalıydı. 20km kadar uzakta bulunan bir yerleşime kadar hızlıca gidip (yolda durum fotoğraflarını çektiğimiz çay bahçeleri bu 20km’nin anısıdır) kahvaltımızı yapıyoruz. Sohbete sohbet etmeye başladığımız yan masadakiler bulunduğumuz tepenin etrafında köpekbalıkları gibi vücutlarının sadece ufak bir kısmını gösterip etrafımızı saran bulutları gösteriyor ve günün yağmurlu geçeceğini söylüyor. Biz başka bir çare olmadığını bildiğimizden kahvaltımızı hızla bitirip inişe başlıyoruz.
İniş karşıdan esen şiddetli, rüzgârdan ya da hızımızı kesen ufak tırmanışlardan olsa gerek 19km/saat ortalama ile tamamlanıyor. Yol boyunca iki yanımızı saran dağların tepeleri koyu renk yağmur bulutları ile üzerimizi örtmeye çalışıyor fakat gideceğimiz yolun tam tepesi Samanyolu gibi bir kuşak halinde bulutsuz ve aydınlık. Yaklaşık 60km mesafeyi ter içinde kalarak inişi tamamlıyoruz. Bundan sonra önümüzde 75km’lik bir mesafe konaklayacağımız şehre varmak için var. Tepede bir gün dinlenmiş olmamız ikimizin de performansını arttırmış olsa gerek ki çok fazla mola vermeden hava kararmak üzereyken Kuala Lipis’e varıyoruz. Kendimizi çok fazla yorgun ve aç hissetmediğimizden otelde fazla vakit kaybetmeyip dışarıda ufak bir keşif turu yapıyoruz. Akşam “Iron Man” ve “A-Team” filmleri eşliğinde çaylarımızı içip ertesi gün için daha kısa ve güvenli görünen tali yollardan yolumuz devam etmeye karar veriyoruz.
Turun en güzel yoluna ertesi gün başlamış bulunmaktayız. Yarın Kuala Lumphur’a kalabalık yollardan geçeceğimize göre, Malezya’da geçtiğimiz en güzel yolun Kuala Lipis ile Kuala Tahan arası olduğunu şimdiden söyleyebilirim. Bu yol Lipis’ten nehiri ve tren yolunu takip eden 45km süren bir ilk aşama ile başlıyor. Tembeling isimli ufak bri yerleşimde bu ilk yol bitiyor. İkinci aşama için Pasir Durien denilen ve nehirin diğer tararında kalan ufak bir köye tekne ile geçmeniz gerek. Buradan Kuala Tahan (diğer ismi ile Taman Negara) yaklaşık 50km sürecektir ve Malezya’da bisiklet binilebilecek en keyifli yollardan birisi olduğu kesin. Yol kenarları palmiye yağı çıkarılan türden palmiye ağaçları ile dolu –daha doğrusu palmiye tarlaları. Yol ilginç şekilde sanki toprağın altında dev toplar varmış gibi hep inişli çıkışlı devam ediyor. Sonlarına doğru ise 3 farklı yerden geçerek görsel şölenini tamamlıyor. İlk farklı yer palmiyelerin bir anda bittiği hiç ağacın olmadığı geniş bir otlak ya da bir golf sahası gibi çimlik bir bölgenin içinden geçmek oluyor. Sonra bir anda bir dağın arasında sıkışmış bir orman, kara bulutlar, sis ve şimdiye kadar ki en şiddetli sağanağın altında bisiklete binerek ikinci farklı atmosferi yaratıyor. Ve bu ıslak aşama bitince inişli çıkışlı arazide yolun halı gibi dümdüz fakat inişli çıkışlı devam ettiği bir yerde bisiklete binerek yolun sonuna, Kuala Tahan’a varıyorsunuz. Burası gerçektende yolun sonu. Bir nehir ve ötesinde milyon yıllık bir yağmur ormanı sizin daha kuzeye gitmenize engel oluyor.
Burada bir gün fazladan kalıp ormanda yürüyüş yapıp biraz dinleniyoruz. Ormanda yerden 50m yüksekte ip köprülerden yapılmış 500m uzunluğunda bir labirentin içinde dolaşmak, o milyon yıllık ağaçları tepeden olamasa da 50m yüksekten görmek orman turunun en ilginç yanıydı. İkimizin de yükseklik korkusunun olması ve buradaki ağaçların, bitkilerin, yaprakların yani görebileceğiniz her şeyin normalden defalarca büyük olması bizim yüksekli algılayışımızı daha da dayanılmaz, korkunç hale getirdi.
Yolculuğumuza sırası ile Jerantut, Temerloh ve şimdi bulunduğumuz yer olan Bentong ile devam ediyoruz. Jerantut hoşumuza giden bir yer oluyor. Burada bisiklet göbeklerini tekrar temizliyoruz. Normalde göbekleri bu kadar sık açmak iyi bir şey değildir fakat bu yağışlar yüzünden Elifin bisikletinin göbeklerinin bin km bile dayanamadan dağıldığını düşününce bizde her 600km de bir göbekleri açıp içindeki yağı değiştirmek istiyoruz. Burada da benim bisikletimin göbeği biraz farklı çıkıyor. Ön taraf çok kolay rulmanlı sistem ve iki yanı da simetrik, 15dk da açık yağını yenileyip kapatmak mümkün. Ama arka göbek bir tarafı rulmanlı bir tarafı bilyeli sistem, bu da arka göbekte yerlerini unutmamanız gereken bir yığın parça demek oluyor. En önemlisi de bilyeli ve rulmanlı tarafı karıştırmamak, bende ruble tarafı rulmanlı ve bunların kapakları da birbiriden farklılar. Sonuçta iki bisikletin göbeklerini de açtığımızda zamanlamamızın tam olduğunu görüyoruz.
Temerloh (kaldığımız otel yüzünden biraz da) çok keyifli bir yer gibi görünmüyor bize ve kısa sürede burayı bırakıp KL’den sonraki son kentimize varıyoruz.
Şu anda Kuala Lumpur’a 60-70km kadar uzaklıktayız. Yarın aradaki sıra dağları aştıktan sonra KL’ye inmiş oluruz. Orada birkaç gün geçirip Endonezya’ya geçmeyi planlıyoruz. Bir değişiklik olmazsa eğer Perşembe günü ülke değiştirmiş oluruz.

2011-10-24

Taiping, İpoh, Cameron Highlands.


Cameron Highlands’tan selamlar.

George Town bize yetti sanırım çok güzel bir yer olmasına rağmen kendimizi çok fazla rahata alıştırmak istemediğimizden ve yeni yerler görmek istediğimizden burada sadece bir gün ara verip yolumuza devam ettik. Amacımız bu bölgenin en keyifli yerlerinden birisi olduğunu duyduğumuz Cameron Highlands’dı Buraya ulaşmak için önce İpoh’a gelmeye karar verdik. İpoh 2 günlük bir mesafedeydi buraya varınca bir gün güç toplamak için fazladan kalmaya ve ertesi günü Cameron Highland’a tırmanmaya karar verdik. Cameron tırmanışı için yaklaşık 1700m yüksekliğe ulaşmamız gerekiyordu. Bu da bu turdaki en ciddi tırmanıştı.
Planımızı aynen uyguladık. İlk hedef olarak Taiping’e geldik. Buralarda son zamanlarda öğleden sonraları hep yağmur başlıyordu. Bu yüzden de sabahları erken yol alıp şehirlere erken ulaşmaya çalışıyorduk. Fakat Taiping’e ulaşmak tahminimizden biraz daha uzun sürdüğünden gene yağmura yakalandık ve uzun süre yağmur altında sürmemiz gerekti. İnsan bir defa ıslandıktan sonra gerisini umursamaz. Bizde iyice ıslandıktan sonra hiç yağmur yağmamış gibi yağmurun altında keyifle bisikletlerimizi sürüp şehre vardık. Şehirde otel aramaya başladığımızda yağmur devam ediyordu. Biz 5-6 otel dolaşmak zorunda kaldık. Burada bir tatil başlangıcı olduğundan Malezya halkı tatile çıkmışlar ve bazı otellerde yer bulunmaz olmuş. Bize sempatik gelen insanların işlettiği bir otele yerleştik ve bu zamana kadar gördüğümüz en büyük yemek yeme yerinde yemek yemek için hızla hazırlanıp dışarıya çıktık. Biz yemek yerken hala yağmur devam ediyordu. Sadece sabah devam etmemesini umarak otele döndük ve ertesi gün için dinlendik.
Sabah hava güneşliydi. Burada güneşli başlayan bir gün yağmurlu bir final hazırlar sizin için. O günde çok farklı olmadı. Fakat şansımıza çok hafif bizi serinleten bir yağmurda yolculuğumuzu tamamladık. İpoh yani ikinci kent büyük bir yer. Ben şahsen başka bir yerde iki gece kalıp dinlenmiş olmayı dilerdim. Fakat tırmanışa başlamadan önceki son konaklama yerimiz burası olamak zorunda. Akşam bir Thai yemeği olan Tom Yam çorbalarını içiyoruz ve ertesi sabah bisikletlerin bakımı ile vakit geçiriyoruz. Bundan sonra tek yapmamız gereken kendimizi yarın ki uzun tırmanışa hazırlamamız.
Cameron Highlands 1600m rakımdan biraz daha yukarıda yer alıyor. başlangıç noktamız İpoh ise sadece 200m. Yolun ilk 15km’si Kuala Lumpur ana yolu üzerinde ve düz fakat tepeye çıkmak için sola saptığınız andan itibaren tatlı bir tırmanış ile karşılaşıyorsunuz. Biz tam yol ayrımında turup burada yemek yiyebileceğimiz son yer olduğunu düşündüğümüz bir lokantada bol pilavlı bir kahvaltı yapıyoruz. Çok fazla zaman kaybetmeden tırmanışa başlıyoruz. Yol çok tatlı bir eğimle devam ediyor ve çok ender zamanlarda en düşük vitese ihtiyacınız oluyor. Yolda zaman zaman su içebileceğiniz yerler var. Fakat çok sık değil bu yüzden de yanımızda bir miktar su bulundurmaya dikkat ediyoruz. Bizim şansımız havanın kapalı olması ve yağacak gibi görünmemesi. Bu su ihtiyacımızı azaltıyor. Güneşli bir havada aynı performansı göstermemiz çok zor olurdu ve çok daha fazla suya ihtiyaç duyardık. Yol 75km boyunca çıkmaya devam ediyor. Sadece son 20km de yol dik inişler ve çok daha dik rampalarla devam ediyor. En düşük viteslere muhtaç olduğumuz tek nokta burası oluyor. Yolda tepelere ulaştıkça bazı çilek ve çiçek satış yerlerine rastlıyoruz. Buralarda gerekli yiyecek ve içecekleri bulmak mümkün ve biraz meyve ile karnınızı doyurabilirsiniz. Fakat toplam 90km mesafe böyle bir tırmanış için oldukça fazla. Bu yüzdende yolda çok fazla dinlenecek ve zaman kaybedecek zamanımız olmuyor.
Burada ki ufak ama sevimli bir yerleşimde konaklamaya karar veriyoruz. Tanah Rata. Burası sanırım yol üzerindeki en turistik yer fakat geçtiğimiz diğer kasabalarda konaklayacak bir yer bulmak neredeyse imkansızdı. Bu yüzden burası bizim tek seçeneğimiz oluyor. Güzel bir guest house buluyoruz ve uzun zamandan sonra ilk defa sıcak suda yıkanmanın keyfine burada varıyoruz. Buraya gelirken inişe geçtiğimiz son rampa ve hafif çiseleyen yağmur bizi o kadar çok üşütmüştü ki şehre gelip bisikletten indiğimde titrediğimi hissetmiştim. Sanırım yarınki uzun inişte yanıma uzun kollu koruyucu bir şeyler almamız gerekecek. Soğuk bizi 500-600m rakıma kadar etkileyecek gibi görünüyor.
Burası özellikle treking yapmak, çay tarlalarını ve çiçek bakçelerini gezmek, dalından çilek toplamak gibi etkinlikler için ideal bir yer. Fakat buraya bisikletle gelirseniz bacaklarınızı dinlendirmek, bol bol yemek yemek ve az yürümek haricinde başka bir şey düşünmezsiniz. Ayrıca bir dağın tepesinde olmamıza rağmen bu kasaba size bir dağda olduğunuzu hissettirmiyor. Sadece etraftaki bulutlara baktığınızda onların ne kadar alçakta olduklarını ve tepenizi örtecek kadar yükselemediklerini, bu yüzdende tam tepenizde gökyüzünün aydınlık -yada geceleri yıldızlı olduğunu, sadece etrafınızı sarmış bulutların neredeyse sizle aynı yükseklikte etrafınızı kuşatmaya çalıştıklarını ve tepesi aşamadıkları dağların etrafında dolandıklarını görüyorsunuz. Buradaki sorun şehirlerin her zaman bir yolun kenarında oluşması. Bir yol dümdüz gider ve yolun iki tarafına binalar dikilir be bütün şehir bu. Böyle bir oluşumda, doğal çevrenin şekline uyulmadığından bir manzara oluşmaz. Bizdeki köylerde evler düz bir arazide değillerse eğer ya bir dağ yamacına yada benzer bir doğal oluşuma göre şekillenir ve yapılar birbirlerinin manzarasını kesmeyecek, nefes almasını engellemeyecek şekilde konumlanır. Bu şekildeki bir yapılaşmada doğa daha çok ön plana çıkar ve eğer yokuş kaldırımlarda yürümekten şikayetçi olmazsanız köylerde gezerken biraz yukarılarda çok güzel bir manzara ile mutlaka karşılaşır yada karşı tepeden köydeki bütün yapıları sokakları teker teker seçersiniz. İşte bulunduğumuz noktada ne yazık ki böyle bir imkan yok. Sıkıcı bir yapılaşma ve yolun iki tarafındaki yapılar burasını bir kale kadar içe kapalı bir yerleşim haline getirmiş. Bu yüzden de sanırım ikimizde tek bir fotoğraf bile çekmeden buradan ayrılacağız.
Yarın yeni aşılmış bir yoldan doğuya doğru devam edeceğiz. Söylediklerine göre yolda yön bulma konusunda bir sıkıntı yaşamayacakmışız. Bunu ancak yarın öğreneceğiz. Fakat bu kadar yüksekten yavaş yavaş aşağılara süzülürken sık sık durup fotoğraf çekmekten hiç sıkılmayacağımızı eminim.
Bir daha ki internet bulunan kente ulaşana kadar hoşçakalın.
evrim. Cameron Highlands.
Buradaki dil ile ilgili bir iki komik sözcük.
Sup: çorba.
Ais Krim: Dondurma.

tourbybike

yeni bisiklet turumuz ile ilgili gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz.
Sevgiler.
evrim.
http://tourbybike.wordpress.com/

2011-10-19

Malezya, Alor Star,Yan, Sungai Pethani, George Town


Ve Malezya.
Bizi en çok tedirgin eden mesele yani sınırdan geçmek çok kolay halloldu. Hiç soru sormadan sadece pasaportlarımıza damga vurdular ve 90 gün kalmak için izin verdiler. İlk başlarda Malezya bizim için büyük bir bilinmezlikti. Ne para birimlerine bakmıştık, ne kaç lira harcayacağımızı planlamıştık. Sadece ülkeye girdik ve bisiklete binmeye başladık. Burada ilk izlenim yollarının Tayland’dakinden çok daha güzel oluşuydu. Tabi bu pek uzun sürmedi. Sadece göstermelik bir 30km süslenmiş ve önümüze kırmızı halı gibi serilmişti. Geriye kalan yollar sadece Türkiye’deki yollardan 10 kat iyi olacak kadar idare eder düzeyde. Bisiklet Tayland’daki kadar yaygın olmasa da yoğun motor kullanımı yolları şekillendirmiş ve her yolun kenarında bisiklet ve motor için ayrı bir şerit ayrılmış. Ve isterseniz otobanlarda bile bisiklete binme sansınız var. Çünkü otobanların bile kenarlarında bisiklet ve motorlar için ayrı bir şerit bulunuyor. Buradaki yolların tek avantajı daha gölge olması, yol kenarındaki ağaçlar daha büyük ve yollar daha dar bu yüzdende yolun iki tarafında gölge kalıyor. Bu daha keyifli bisiklet kullanmanıza sebep oluyor.
30km kadar Malezya’da ilerledikten sonra bir bankadan para çekmek istiyoruz. Fakat tek sorun kaç TL=kaç RM bilmememiz. Banka kapalı olmasına rağmen içerideki görevliler bize yardımcı olup internetten € (euro) olarak Malezya RM’sinin karşılığını söylüyorlar. Bizde bizi bir süre idare edecek parayı ediniyoruz. İlk konaklama şehrimiz ile Alor Star. Nedense burada ki şehir isimleri bana hep kovboy filmlerini hatırlatıyor. Alor Star oldukça sevimli bir kent fakat Tayland’da uzun uzun bahsettiğim sosyal hayat neredeyse sıfır. İnsanlar nerede diye uzun süre araştırıyoruz. Sadece araba içerisinde bir yerden bir yere giden kalabalıklar görüyoruz. En sonunda gençlerin toplandığı karşısında büyük bir camii bulunan bir meydana geliyoruz. İnsanlar bizi görünce biraz fazla dikkatlice bakmaya başlıyorlar. Anladığımız kadarı ile buradaki sosyal yaşantı akşamları parkta oturup camiyi seyrederek çiğdem çıtlamaktan ve gelene geçene bakmaktan ibaret. Otele dönerken Çinlilerin bulunduğu bir yer keşfediyoruz. Burası sanırım şehrin bira içilen tek mekanı. Burada oturup sanırım turumuzun en pahalı birasını paylaşıp yorgunluğumuzu gideriyoruz. Burada marketten büyük bira almak isterseniz 6TL ila 9TL arası para vermeniz gerek. Düşünün bir bizdeki market fiyatının 3 katı. Haa ama sakın hemen Malezya’da çok pahalıymış demeyin eğer buradan 1LT benzin almak istereniz 0.95RM yani sadece 0.5TL. Bizdeki benzin kaç Tl bilemiyorum ama sanırım 50kuruşa 1lt benzin alamıyoruzdur. Tayland biraz daha pahalıydı. Sanırım 1lt si 35 baht yani 2tl. Burada ki fiyatlarla ilgili kısa bir bilgi vermek istedim sadece. Bir birayı kederle bölüşüp Malezya tatilimizi en kısa sürede bitirme kararı aldıktan sonra otele dönüp ertesi gün için dinleniyoruz.
Ertesi gün ilk defa Malezya’dan okyanusa bakıp biraz deniz kabuğu topluyoruz. Daha sonra bir süre okyanusa paralel gidip büyük bir şelalenin olduğu bir milli parka ulaşıyoruz. Buradaki şelale –ismini unuttum tabii, birkaç gün öncesini anlatınca bu tür kayıplar oluyor.- çok uzaklardan görünebiliyor ve o kadar yüksekten akıyor ki en tepesini görmekte zorlanıyorsunuz. Biz sadece bir nehrin kıyısına gidiyoruz. Şelalenin dökülüşünü izlemek için 3 saat treking yapmak gerekiyormuş. Biz treking fikrinden vazgeçip biraz dinlenip bu gün finali yapılan off road yarışlarının ödül törenini izliyoruz. Saat 7 gibi herkes dağılınca rahat bir yere çadırımızı kurup uyuyoruz. Ertesi sabah erkenden kampı toplayıp 50km uzaklıktaki bir kent’e ulaşıyoruz. Burası Malezya’da ki ikinci büyük kentimiz ve ülke insanını biraz daha tanıma şansı veriyor bize. Burada yaşayan Çinliler ve Malezyalılar birbirinden farklı hayatlar kurmuşlar. İki farklı kültür bir arada yaşamayı öğrenmiş gibi görünüyorlar. Burada yaşayan Müslüman halk ise bize göre biraz daha aşırıya kaçmış durumda. Sokaklarda herkes camiye gider gibi giyiniyor. Fakat Müslüman halk bize göre kadını daha az baskı altında tutuyor. Burada bir Tayland etkisi olan kadın egemenliği bir ölçüde devam ediyor. Kadınlar ile bir erkek olarak istediğiniz gibi konuşabiliyorsunuz. Hiç unutmam Ülkemizde güneyde bir kentte bir fotoğraf çektirmem gerekiyordu. Ne makinemi koyacak bir yer vardı nede fotoğrafımı çekecek birisi. Derken iki kız geldi. Fotoğrafımı çekmelerini rica ettim. Ne dediğimi dinlemeden kaçıp gittiler. Bir an gerçekten kötü bir şeyler yapacağımdan korktuklarına eminim. Bende baya kızmıştım kendi kendime, hala kendimi Tayland’da mı sanıyorsun diye. Dönelim Malezya’ya; burada Türkiye’de başıma gelen olayı yaşamam mümkün değil. Bu benim bir yabancı olmamdan kaynaklanan bir durumda değil. Burada kadın erkek eşit ölçüde sosyaller. Beyim bilir şeklinde boynu bükük kadınlar yok. Belki de bu yüzden Malezya’yı sevmeye başladık ve kısa sürmesini planladığımız Malezya seyahatimizi biraz daha uzatmaya karar verdik. Ertesi gün hakkında pek bir şey bilmediğimiz George Town adında bir kente doğru yola çıkıyoruz. Burası sanırım bizim en keyif aldığımız yerlerden. Burası bir ada ve ana karaya 13.5km lik dünyanın en uzun 3.sü olduğunu söyledikleri bir köprü ile bağlanıyor. Sanırım bu köprü üzerinde bisiklete binmek olası fakat anakaraya giderken yapar mıyız bilmiyorum. Bana nedense çok çekici gelmedi. George Town da iki gün kalıyoruz. Konaklama yerimiz son derece sevimli bir Guest House ve burada bize bilgi vermekten keyif alan bir Malezyalı bisikletçi daha var. Kuala Lumpur’dan buraya bisikletle gelmiş ve daha ilk turu olmasına rağmen çevre hakkında çok fazla şey biliyor. Kentin bizim kaldığımız kesimi sadece eski evlerden oluşuyor ve bende sanki bir filmin içindeymişim hissi uyandırıyor. Etrafımdaki bütün binalar 2-3 katlı hepsi benzer güzellikte işçilikle yapılmışlar. İzmirli olanlar lavanten evlerinden oluşan bir şehir düşünsünler ve arada bu güzelliği bozacak hiçbir bina olmadığını. Bu güzel binalar bir yandan da rengârenk boyanınca, buradaki ahşap işçiliğini ekleyince mis gibi bir şehir ortaya çıkıyor. Akşam biraz dolaşıp otelde vakit geçirmeye karar veriyoruz. Otelimizin girişi daha çok bir kafe’yi andırıyor. Burada oturup dışarıdan aldığınız bir içkiyi yada otelde bulunan kahvenizi içebiliyorsunuz. Sessiz, sakin bir sokakta akşam muson yağmuru (bizde yaz yağmuru oluyor) yağarken, ılık bir havada kahvenizi içmenin ve ayaklarınızı dinlendirmenin keyfi sonsuz. Elif sanırım henüz kendini hazırlamamıştır fakat 2 gün sonra Cameron Highland denilen 1600m rakımlı bir yerde kalacağız. Sanırım turumuzun ilk zorlu etabı burası olacaktır. Ben vitesler konusunda kendimi şanslı hissediyorum. Önceki bisikletime göre çok daha düşük vites kombinasyonlarına sahip bir bisiklet benimkisi. Elifte ise benim önceki bisikletimin aynısı var. Sanırım Elifin yükünün birazını ben alırsam, tepeye çıkarmam gereken yük ben dahil 120kg civarında olacak. Elif 85kg civarında kalacaktır. Bu durumda ikimizde pestili çıkmış vaziyette Cameron Highland da bol bol dinlenebileceğiz. Fakat Ahmet Mumcu’nun anlattığı kadarıyla sanırım görülmeye değer yerlerden birisi Malezyada.
Şimdilik paylaşacaklarım bunlar. Sanırım Malezya’da, farklı bir kültürde bol bol renkli kareler yakalama şansımız olacak. Umarım fotoğrafları ve yaşayacaklarımızı beğenirsiniz.
Evrim.
George Town. Malezya.

Hat Yai, Pdang Besar


Phattalung’da 2 gün kalıp bisikletlerimizi onardıktan sonra sınıra 50km mesafede Hat Yai isimli bir kente gidiyoruz. Burası büyük ve Malezya’ya geçiş yapmak isteyen insanlarla dolu bir kent. Burasını ilk başta çok sever gibi olmamıza rağmen bizim tahammül edebileceğimizden fazla böcek oluşu bizim bu kentte sadece bir gün kalmamıza sebep oluyor. Burada kendimizi biraz ödüllendirip 2 yıldızlı bir otelin 5. Katında böceklerden uzak bir oda tutuyoruz. Ertesi sabah bisikletlerimizi almadan ufak bir şehir turu yapıp öğlen saatlerinde de şehri terk ediyoruz. Hat Yai ile ilgili daha uzun yazmak isterdim ama şehri gezerken etrafımızdan çok yerlere böcek var mı diye baktığımızdan çok fazla bir iz bırakamadı bizde.
İkinci ve Tayland’da ki son konaklama yerimiz ise bir sınır kasabası olan Pedang Besar. Burasının güzelliği hem Malezya hem de Tayland havasını solumanız olsa gerek; akşam pazarında karnınızı doyurmak için dolaşmaya çıktığınızda yemeklerin çeşitliliği iki kültürü de size hissettiriyor. Elif ile otele yerleşip akşam yemeklerimizi yedikten sonra bir şeyler içmek için bir yerler aramaya koyuluyoruz. Ama ne şans; burada sadece karaoke barlar var. Burada Karaoke bar anlayışı aslında iki tür: İlki daha çok bizim kaldığımız yerlerde görünen, yabancılara hizmet eden, genelde yalnız erkeklerin gidip bazı kızlarla tanıştığı yerler. İkinci tip ise daha çok kırsalda, ufak yerleşimlerde görünen geleneksel tip; burada daha çok gençler bir şeyler içip hoşlandıkları kişiler için şarkılar söylerler. Daha öncesinde birbirini sevdiklerini tahmin ettiğim bir çiftin karşılıklı şarkı söyleyişlerini izlemiştim. Bazen bir kişi çıkıp başka masada oturan birisine hitaben şarkısını söylüyor bazen de 2-3 kişi ortak şarkı söyleyip diğer masadakilerle flörtleşiyorlardı. Bence oldukça romantikti ve ufak yerleşimlerin bu kadar sosyalleşmesi beni etkilemişti.
Sonunda şansımız dönüyor ve bira içeceğimiz ve geleneksel müzik dinleyebileceğimiz çok güzel bir mekan buluyoruz. Burası masif ahşap mobilyalarla düzenlenmiş, bir şarkıcının şarkı söylediği bir bahçe aslında. İrili ağaçların altında, ufak bir oyun köşesinin ve birkaç ufak süs havuzunun arasında ki koyu renk ahşap masalardan birisine oturup biralarımız istiyoruz. Bu arada da komik bir diyalog yaşanıyor: Ben su istemeye çalışıyorum fakat basit bir su isteme işlemi o kadar dallanıp budaklanıyor ki en sonunda ayağa kalkıp el kol hareketleri ile tarif etmeye çalışıyorum. Bu da yetmeğince kalkıp süs havuzundan su içer gibi yapıp su içmek istediğimi çok açık belirtiyorum. 3-4 dk süren bu çabalama süreci bizim için oldukça komikti. Bazen insanlar su içmek istemediğinize o kadar emin oluyorlar ki gerçekten su içmek istediğinizi anlamamak için elinden geleni yapıyorlar. Benzer ve daha vahim bir olayda birkaç gün önce burada Malezya’da başıma geldi. Ben süt içmem ve kahvemi de sütsüz isterim. Burada yol kenarında kahve içmek için durduğumuz mekanda mutfağa girip kahve istediğimi söyledim. Malezya’da insanlar çok güzel İngilizce konuşuyorlar. Bu yüzden de en kırsal kesimde bile derdinizi İngilizce anlatma şansınız oluyor. Kahve istediğimi söyledim. Ok dedi ve önce süte davrandı, süt istemediğimi söyledim, o zaman krema kıvamında ve oldukça şekerli olan pastörize edilmiş bir tür süt türü koymaya çalıştı, onu da istemediğimi söyledim, o zaman şeker koymaya çalıştı, onu da istemediğimi belirttim, o zamanda neskafe koymaya çalıştı. (Ufak bir not: burada kahve yetiştiği için kendilerine özgü değişik bir kahveleri ve demleme stilleri var. Aynı bizim türk kahvesi’nin farklılığı gibi burada ki kahvede buraya özgü ve oldukça sert. Bence bu yörede yapılan geleneksel kahve neskafeden 10 kat güzel). Bende neskafe değil geleneksel kahve istediğimi söyledim. Tabi bunları yaparken bir yandan söylüyorum bir yandan da ellerimle işaret ediyorum. Karşı tarafta her söylediğime “ok no milk”, “ok no sugar” diye onay veriyor. Komik kısım şimdi başlıyor, ben neskafe yerine geleneksel kahveyi isteyince her şey reset’lendi. Tekrar başa döndük ve adamın eli tekrar süte gitti. Ben istemediğimiz söyledim, sonra pastörize olan, istemedim, sonra şeker, onu da işaret ettim, en sonunda sadece kahve koymaya ikna edebildim. Sadece neskafe yerince normal kahve koymasını istemek bütün süt-şeker kaosunu tekrar yaşamanıza sebep oluyor.

Şimdi tekrar Tayland’da dönelim ve kaldığımız yerden devam edelim. Biralarımızı içip yerel şarkının tadını biraz çıkardıktan sonra Elif ayrılıp bir saat masaj yaptırmak istiyor. Sanırım bir daha Tayland’da dönene kadar masaj yaptıramayacak. Bende biraz turlayıp bir şeyler içiyorum. Erken kalkmak ve gerçektende vize olmadan sınırı geçebilecek miyiz öğrenmek üzere otele dönüyoruz.
Geride kalan bir ayda Tayland çok keyifli geçti. İkimizin de daha çok keyif aldığı yerler daha az gelişmiş ve yabancılar tarafından çok fazla işgal edilmemiş ufak kasabalar oldu. Bu tür yerlerde geleneksel yaşantıyı yaşamak bize daha çok zevk verdi. Normalde ufak bir köyden çok fazla sosyal yaşantı bekleyemezsiniz. Ama Tayland bu konuda çok farklı; insanlar genelde dışarıya bağlı yaşadıklarından ve daha çok kadın egemen bir sosyal hayata sahip olduklarından son derece sosyaller. Buradaki yaşantıda evlerde mutfak bulunmuyor ve dolayısı ile insanların iletişim kurmaları sabah kahvaltıda başlıyor. Yemek için bütün şehir sabah marketlerine akın ediyorlar ve ortak masalar etrafında yemeklerini yiyorlar. Öğlen ve akşam içinde aynı şey geçerli, özellikle akşam marketleri çok daha renkli oluyor; insanlar burada sadece yemek yemiyorlar değişik eğlencelere katılıyorlar mesela birçok kentte sahnelerde canlı müzik eşliğinde yemeğinizi yiyebiliyorsunuz. Daha çok panayır havasında olan akşam marketlerinde bir de uzun alışveriş tezgahları bulunuyor. İkinci el eşyalar, yeni kıyafetler, hediyelikler, çeşitli oyuncaklar arasında elinizde kızarmış kalamar ya da karideslerle dolaşıp, çeşitli meyve sularını deneme şansınız oluyor. Ve nasıl oluyor bilemiyorum ama bu marketlerde hala karşıma daha önce hiç denemediğim değişik lezzetler çıkıyor.
Sosyal yaşantının bu kadar gelişmesinde kadın egemen bir toplum anlayışının olmasının dışında en önemli etken tabi ki din. Budizm burada insanların hayatlarının bir parçası, rahipler her sabah 6 gibi şehirde dolaşıp halktan yemek toplarlar. Bu halk ile rahiplerin kaynaşmasına sebep olur. Burada insanlar rahiplerin onlara iyi şans getirdiğine inanıyorlar. Birçok defa bizi de bazı özel törenlere çağırdılar. Bu tür bir inanışımızın olmadığını gelmek istemediğimizi söyleyince, inanıp inanmamanın önemli olmadığını, sadece iyi şans için yapmamız gerektiğini söylüyorlar. Yani sansını arttır. Burada ki dini hayatın çok farklı bir havası var. Yaşanan dünya, gördüklerin, etrafındakiler sadece bunlar onlar için önemli. Ve sanırım bu dinin bir şartı yok, çok cool senin inanıp inanmaman bile umurunda değil Buda’nın. Bir defasında Bangkok’ta kaldığım hostelde Pakistanlı bir Müslüman sabaha kadar beni konuşmaya tutmuştu. En sonunda sıkılıp peki biz inandığımız için er geç cennete vs gideceğiz, diğer tek tanrılı din mensupları içinde geçerli, peki Budistler en olacak diye sormuştum. Oteldeki Budist kadını işaret edip onların hepsinin cehennemde yanacağını söylemişti. Kadının tavrını görmeniz gerek. Hiç umurunda bile olmadı. Sanırım onları cezp etmek için cennetten daha fazlası gerekiyor. Beklide biraz anaerkil yapıdan dolayı insanlar cennetteki hurilerle pek ilgili değiller. Her neyse amacım dinleri kıyaslamak değil. Sadece şunu fark ettim. Burada hayatın bir parçası olan din, hayatla beraber bir dönüşüm içinde. Yani en son çıkan bir yenilik dini hayatında bir parçası oluyor. Üzerine bir uzmanlar topluluğu toplanıp ama bu son teknolojiyi kullanırsak Tanrıları kızdırmış olur muyuz diye tartışmıyorlar. Sanırım tüm bunları açıklamak oldukça zor. Buraya gelip bir süre kaldıktan sonra insan buradaki farklığı çözümlemeye başlıyor. Gene de bir ülkenin nasıl bu kadar hoşgörülü ve sevgi dolu hale geldiğini anlamak için sanırım daha fazla inceleme yapmak gerek. Benim net olarak gördüğüm farklar din ve kadının egemenliği. Fakat asıl merak ettiğim ve anlamakta zorlandığım şey dinin nasıl bu kadar şeffaf ve kadının nasıl bu kadar eşit hale geldiği. Tüm bunların altındaki asıl sebebi bulmak sanırım benim için mümkün değil.
Tayland ile ilgili kısımı şimdilik sonlandırma zamanı geldi. Burası ülkenin güneyinde sınırı 3km uzaklıkta bir kent ve ertesi gün Malezya serüvenimiz başlayacak. Sanırım bir daha kuzey Tayland’da dönene kadar sadece anılarla ve bu blogta yazdıklarımızla yetineceğiz.
Evrim.
George Town, Malezya.

2011-10-12

Trang-Phattalung



Merhaba Phattalung’dan.
Bizim yağmurları atlatma maceralarımızın, Ranong’ta ki bol yağışlı yolların faturasını sanırım burada ödemeye başladık. Krabi’de iki gün kaldıktan sonra Krabi’nin doğusunda, denizle ilişkisi olmayan Trang adında sevimli bir kasabada kaldık. Krabi-Trang sanırım 120km ile turumuzun en uzun mesafesiydi. Ve bu yorucu yolda Elifin bisikletinin ön göbeğinden sesler gelmeye başladı. Buna benzer bir sorunla karşılaşacağımızı tahmin ediyordum fakat 3 000km kadar mesafe yaptıktan sonra bazı şeyleri değiştirmek gerektiğini düşünüyordum. Basit bir motor tamirhanesinde göbeği açıp içini ve bilyelerini temizleyip tekrar yerlerine yerleştiriyoruz. Sanırım bu göbekle Elif olsa olsa 500km daha devam edebilir. Toz ve su göbeğin içini tamamen pas rengi yapmış ve yatakları çizik içinde bırakmış. Yola devam edip Trang’da bir bisikletçide yeni göbek bulmayı ümit ediyoruz.
Trang’a vardığımızda kentin girişindeki bir tapınakta kalabalık insanlar olduğunu fark ediyoruz ve onların arasına bizde katılıyoruz. Öğrendiğimize göre bu hiçte üzüntülü görünmeyen kalabalık bir cenaze töreni için bir araya gelmiş. Bizi keyifle karşıladıktan sonra 7-8 çeşit yemeği önümüze koyup sırayla hepsinden yememizi istiyorlar. Tabi bir yandan yemek yerken bir yanda da ardı ardına gelen soruları cevaplamaya çalışıyoruz. Bir kent ile ilgili en iyi bilgiyi sanırım orada yaşayan birilerinden alabilirsiniz. Bizde konaklama ile ilgili onların tavsiyesini dinliyoruz ve bir otele yerleşiyoruz. Akşam tren garının yanında bir bar da Yai isimli bir genç ile Tayland ve Trang hakkında sohbete başlıyoruz. Bar sahibinin iyi bir bisikleti olduğunu görünce de bizim bisikletteki göbekler ile ilgili sorunumuzdan bahsediyoruz. Yakınlarda kentin en büyük mağazası olduğunu öğrenip yarın tekrar görüşmek üzere ayrılıyoruz. Sabah bisiklet mağazasına gittiğimizde istediğimiz göbekleri buluyoruz fakat mağazada göbekleri monte edecek birisinin olmadığını öğreniyoruz. Mağaza görevlisi bizim Phattalung’ta istediğimiz değişikliği yapabileceğimizi söyliyor.
Trang Phattalung arasında dağlık bir arazi var. Sanırım Turun en keyif aldığım yeri bu inişli çıkışlı dağı aşmak oldu. Çok uzun tırmanışlardan ziyade arada dinlenmenize ve hız kazanmanıza imkan verecek inişlerle rahatlıkla bu tepeyi aşabilirsiniz. Phattalung’a varınca daha otel bile ayarlamadan doğruca bisiklet mağazasına gidiyoruz. Rekor sürede bize hizmet veren mağaza istersek yarın sabah hiç zaman kaybetmeden yolumuza devam edebileceğimizi söylüyor. Gerçekten de bisikleti mağazada bırakıp otelde üzerimizi değiştirdikten sonra tekrar mağazaya döndüğümüzde ön ve arka göbeklerin değişmiş, sadece ince ayar için jant akordu yapıldığını görüyorum. Ben kendi km saatimi de wireless bir cateye ile değiştiriyorum. Sanırım Artık km ler çok fazla umurumda değil ama turun 1500km sinde 3 defa saatimin sıfırlanması ve kaç km yaptığımı hesaplayamamam sinirimi bozmaya başladı. Elif’te de aynı sorunun olması (elif biraz daha şanlı; zaman zaman çalışan bir saate sahip çünkü) bazen ikimizinde kaç km yaptığımızı anlayamamamıza sebep oluyor. Bilinen bir coğrafyada sanırım bu hiçte umursanacak bir durum değil. Ama önümüzde hakkında çok az şey bildiğimiz iki ülke olunca insan biraz daha tedbirli olma ihtiyacı duyuyor. Bu yüzde tur boyunca sorun çıkarmayacak bir km saati için tekrar parama kıyıyorum.
Akşam biraz sushi ile karnımızı doyurduktan sonra, 3 yıl öncede yerel halk ile bilikte oturup terminatör’ü izlediğim bir lokal kahvede tekrar oturuyoruz ve bol bol kahve içip gene aynı konseptte bir film izliyoruz: transformers. Dil konusunda çok fazla seçenek olmadığından heyecan içinde hiçbir şey anlamadan sadece ekrana bakmak bize yetiyor. Film bitince iki bira içmek için şehirden biraz uzaktaki bir bara gidiyoruz. Barda keyifli bir konser var. Yerel pop şarkıları söyleyen genç bizi görünce şarkısına ara veriyor. Öğretmen olup olmadığımızı soruyor. Sanırım buraya gelen yabancılar ya İngilizce öğretmenleri ya da bizim gibi daha farklı yerler keşfetmek isteyen kişiler. Bu yüzdende bu kentte çok az yabancı var. Ben iki günde sadece 2 tane gördüm. Ama sanırım tur boyunca en keyif aldığım iki kent burası ve trang oldu. İkisi de mütevazi ve ufak kentler, ikisinden de yerel yaşantı çok az bozulmuş.
Yarın için net bir planımız yok. Tek yapmamız gereken 4 gün içinde Malezya’da olmak. Artık tren yoluna paralel bir rota izleyeceğimiz için içimiz biraz daha rahat edebilecek. Eğer mesafe veya zaman ile ilgili bir sıkıntı içine girersek istediğimiz noktada tren seçeneğini devreye sokabiliriz. Benim ikimiz içinde hissettiğim şey daha 10 ayımız olsa gene de burayı bırakmak istemeyeceğiz. Size bahsedeceklerim şimdilik bu kadar. Tekrar görüşmek üzere hoşçakalın…

2011-10-09

Thai Mueang-Phuket-Krabi


Tekrar Merhaba,
Sanırım uzun bir ara oldu. son konaklama yerimiz olan Ranong da bol bol ıslandıktan sonra güneşi biraz olsun görme isteği ile güneye doğru yola başladık. Yolda yağmaya devam eden yağmurlar ikimizin de bisiklet saatlerinin bozulmasına sebep oldu. Sanırım bir daha cateye kullanacağımı sanmıyorum. Yola bir dahaki bisiklet mağazasında sorunumuzu çözene kadar km saatsiz olarak devam edeceğiz gibi.
Yolda bir iki tane daha Çin geleneği olan vejetaryen festivaline denk geliyoruz. Onlardan öğrendiğimize göre yarın son günü olan festivalin en büyüğü Phuket’te yapılacakmış. Sanırım bu festivalin son günü en heybetli olanı olacaktır. Festivalde halk bir süre et yemiyorlarmış. Ve festivalin adı kadar sempatik olmayan ateş üzerinde yürümek, şiş ya da kılıçları ağızlarından dillerinden geçirmek gibi davranışlar Phuket’te çok sık yapılıyormuş. Bizim yol üzerinde mola verdiğimiz tapınakta da iki insan boyunda bir odun yığını insanların üzerinde yürüyeceği ateşi oluşturmak için akşama yakılmayı bekliyordu. Biz bir süre daha yolumuza devam edip ertesi gün konaklayacağımız Phuket yolunu kısaltmaya karar veriyoruz. Phuket’e 120km kala bir yerleşim görüp kalmaya karar veriyoruz. Sanırım bulduğumuz yer Tayland da kaldığımız en lüks yer olacak. Üzerinde 30m uzunluğunda ahşap bir köprü olan yapay bir göl ve doğal bir nehrin etrafında ki bungalovlardan birisini seçiyoruz ve yüzme havuzlu bu tesiste konaklamak bize sadece 25tl ye mal oluyor.
Yakınlardaki  ufak bir köyde ufak bir bakkalda akşam yemeği yiyip yorgunluk birası içiyoruz. Bize bira getiren kız bir otelde çalışıyormuş ve iyi İngilizcesi ile Tayland ve vejetaryen festivali hakkında bazı bilgiler veriyor. Bu kız da Tayland da yaşayan Tay-Çinlilerdenmiş. Ve garip bir şey; nedense Tayland’ın Çin’e yakın olan kuzey kısmında çok az Tay-Çinli varken, güneye de ve Malezya’da çok fazla Çinli var.
Ertesi gün erkenden Phuket’e doğru yola çıkıyoruz. Phuket’i ilk defa göreceği için oldukça heyecanlı hissediyorum. Elifle ilk önce Phang Gha ya gitmeyi ve Phuket’i ziyaret etmemeyi düşünüyorduk. Fakat sonradan Phuket’ten Krabi ye tekne ile geçmeye ve Phi Phi adasını da bu bot yolculuğu sırasında ziyaret etmeye karar verdik. Sanırım doğru bir karar vermişiz. Çünkü Phuket Town yani adada ki eski kent çok etkileyici bir yer. Adanın etrafında ki plajlar daha turistik yerler. Phuket town da bol bol otantik araba, rengarenk boyanmış ev ve kap için eksiklerimizi tamamlayabileceğimiz mağaza var. On On Hotel isminde çok eski fakat bir o kadarda keyifli bir otele (kişi başı 5usd) yerleşiyoruz. Dışarıda karnımızı doyurduktan sonra Music matter denilen bir mekana gidiyoruz. Burada 3 müzisyen jazz çalıyorlar. Biz içeriye tam girecekken bir hamamböceğinin korkutucu saldırısına uğrayıp biraz panik yapıyoruz ve barda oturup ayaklarımız yerden yukarıda oturmaya karar veriyoruz. Mekanda bizden başka sadece bir Amerikalı var. İlk parçanın sonunda müzik ara veriyor ve piyanist ne istediğimizi, baterist ise girişteki olayın hamamböceği mi fare mi olduğunu soruyor. Piyanisttin mekanın sahibi ve barmen olduğunu anlıyoruz. Amerikalı dinleyici ise 10 yıldır teknesi ile dünyayı gezen bir gezginmiş. Baterist Avustralyalı, Saksafon da sanırım Avrupalı. Müzik devam ediyor ve bizde kendi biramızı kendimiz almaya başlıyoruz Mekana daha sonra 2-3 araba dolusu insan daha geliyor fakat dinlemeye değil çalmaya. Bundan sonra da sanırım dinlediğim en iyi Jazz konserlerinden birisini Phuket’te Music Matter isimli bir mekanda dinlemeye başlıyoruz. Sonradan bize söylediklerine göre bu buluşma bir gün önce yapılacakmış fakat vejetaryen festivalinin son gününde oluşan olağanüstü gürültü yüzünden bir gün ertelemeye ve bizi beklemeye karar vermişler.
Ertesi gün Krabi için bilet araştırması yapıyoruz. Sanırım burada en uygun bilet bulma yolu acenteler: yarı fiyatına halledebiliyorsunuz. Limana giderseniz iki kat fiyat istiyorlar. Bizde bir acente bulup bisikletler için para ödemek istemediğimiz söylüyoruz. Bizim için firma ile görüşüp (kendi dillerinde daha rahat açıklayabiliyorlar) bisiklet için pazarlık yapıyor. Akşam ise On On Hotelin karşısında bir mekanda takılıyoruz. Yanımızda duran tavlada bir el atıyoruz, sonuç klasik: ben yeniyorum. Sonra bir an Phuket’te olduğumuzu hatırlayıp tavla falan diye düşünüyoruz. Elif olayı çözüyor. Barın sahibi Türk olmalı. Tanışıyoruz Aydın’la. Buraya Türk barı olduğunu bilmeden gelen ikinci kişi olduğumuzu söylüyor. Genelde insanlar bir yerlerden duyup yada okuyup geliyorlarmış. Aydın’a biraz Kral ile ilgili soru soruyoruz. Burada Kral ile ilgili konuşmak biraz tehlikeli bir durum bunu bildiğimizden Türkçe bu konuyu konuşmak en keyiflisi. Sanırım biraz az ömrü kalmış, hastaymış. Kral Tayland’ın gelişmesinde çok fayda sağlamış. Bu bilgileri sadece Aydın dan duyduğum için kesin bilgidir diyemiyorum. Fakat şu şekilde özetleyebilirim:
Sanırım bu kral yurt dışında doğmuş ve Avrupa’da eğitim almış. Kral ölünce de bir tesadüf üzerine kardeşi de ölünce bu kral olmuş ve ülkeye gelmiş. Geldiği zaman da bir çok yenilik getirmiş. Sanırım sevilmesinin en büyük nedeni de demokratik bir kişiliğinin olması. Kimseye karışmamış ve ülkenin demokratik yapısını korumuş. Sonradan da Taksin isimli bir başbakanları olmuş. İnsanlardan bazı yardımlar ve para karşılığında oy toplamış ve özellikle kuzeyde sevilen bir lider olmuş. Sanırım biraz zengin bir lider de denilebilir. Dünyanın en zengin başbakanı sanırım Taksin’di. (kusuruma bakmayın internetim çok yavaş olduğu için bilgilerin doğruluğunu daha sonra kontrol edebileceğim, bu yüzden bu anlattıklarım değişebilir). Ve güney Tayland Kral yanlısı olurken kuzey Taksin yanlısı kalmış. Taksin yurtdışında bir görüşmedeyken, ülkede bir darbe ile düşürülmüş ve tutuklanma kararı alınmış. O günden sonra da ülkesine dönmemiş. Tipik bir şekilde karısını tutuklanacağını bile bile Taylan’da yollamış. Ve tabi tutuklanmış. Daha sonra İngiltere’de yaşayan Eski Başbakan en büyüklerinden bir futbol takımını satın almak isteyecek kadar zengin olmuş, tabi -sanırım 96 daki- ihtilaldan sonra servetinin yarısına el konulunca böyle ekonomik bir seçim yapmış olmalı. Günümüzde de Taksinin etkisi devam etmekte. Kuzey Tayland da hala Taksin yanlıları hükümet aleyhinde gösteriler yapmakta. Şimdiki başbakan da Taksinin damadı ya da öyle bir şey. İronik gelebilir ama Taksin nedense fakir halka seçim öncesi bazı yardımlar yapmıştır. Ve nedense sahil kesimlerini ele geçirememiştir. Tabi ki yatırımlarının sonunda biraz zengin olmuş hakkında nedense yolsuzluk davaları açılmıştır.
Phuket’ten Kho Phi Phi ye orada 4 saat kaldıktan sonra da Krabi’ye geliyoruz. Kho Phi Phi hakkında çok fazla konuşmak gereksiz. Sevmedim. Ama Krabi bence tam benlik. Yemekler derseniz sanırım 2 hafta da 10kg alabilir insan burada. Doğası derseniz; Tayland’ın en garip dağları ve denizleri burada bulunuyor ve su altı da bir harika. Krabi’ye gelir gelmez K Guest House da odamızı ayarlayıp ertesi gün için bir tekne turu ayarlıyoruz. Sabah erken başlayan tekne turu akşamüzeri 4′e kadar devam ediyor ve  4 tane adaya uğruyor. Burada su altında daha önce hiç görmediğiniz balıkları görmek mümkün. Fakat tur bitiminde pancar gibi kızara bilirsiniz.
Krabi’de ki dağlar lime stone yani kireçtaşından. Bu da garip bir doğa oluşumu bence. Buradaki dağlar ya da tepeler daha çok düz bir masa üzerinde ki şişeleri andırıyor. Yan yana o kadar çok şişe gelince de siz bir sıra dağ sanıyorsunuz. Önceki turda bu dağları görünce kendi kendime “tırmanışa hazır ol evrim” demiştim. Fakat dağlara yaklaştıkça yolun o ‘şişe’lerin arasından dümdüz devam ettiğini görüyorsunuz. Denizde de durum aynı. Yüzlerce ada sanki geniş bir kara parçası gibi tek görünüyor. Ama botla yanına gidince yani adaların arasında gezinince doğanın şeklini kavrayabiliyorsunuz. Bence bir bisikletçinin keyif alabileceği değişik çoğraflardan birisi.
Yarın Trang diye bir başka kente doğru devam edeceğiz. Henüz bisiklet bilgisayarı ile ilgili problemimizi çözemedik. Yolumuzun kaç km olduğuna yolda bakacağız. Malezya ya ulaşmak ile ilgili sıkıntılarımızı sanırım Phuket Krabi arasını botla geçerek hallettik. Bundan sonra biraz daha rahat Malezya ya doğru devam edeceğiz.
Sevgiler.
Evrim.

2011-10-03

Ranong, ufak bir ara.



Tayland Ranong’dan selamlar tekrar. (Cyclingtr.com için yazılmış bir metindir. Aynısını eklemekte bir sakınca görmedim. Umarım keyif alırsınız.)
Uzun ve yorucu bir aradan sonra Ranon’da bir gün ara vererek kendimizi ödüllendirdik. Burası çok keyifli bir yer değil. Fakat 3 gündür aralıksız yağan yağmurda daha fazla devam etmek istemediğimiz için kalmaya karar verdik. Bu kent burada uzun süre kalmak isteyen yabancıların vize uzatmak için Burmaya günübirlik geçiş yaptıkları bir kent. Bu yüzden de çok fazla sirkülasyon ve konaklama imkanı var fakat kent bu dönemde neredeyse bomboş.
Bugün boş vaktimizde elifle beraber sıcak su kaynağına gittik. Baba-Ana ve Çocuk havuz diye adlandırılan 3 tane havuzu var. Sadece çocuk havuz ayaklarınızı sokabileceğiniz kadar sıcak, diğer ana havuza sadece topuğunuzu 1-2 sn değdirebilirsiniz. Baba havuz için de söyle bir güzellik var. Gidip bir parça yeşil çay yaprağını bisikletim suluğuna doldurduktan sonra baba havuzdan çıkan su ile kendime bir suluk cay demledim ve onu içerken çocuk havuzda ayaklarımı dinlendirdim. Sanırım yaptığım bu normal demlenmiş çay baba havuzdan çıkan suyun sıcaklığı ile ilgili bir bilgi verecektir.
Buraya gelirken geçtiğimiz köylerden bazılarında hiç turist yoktu. Sanırım elifle ortak zevkimiz az sayıda ziyaretçinin olduğu, bu daha az bozulmuş yerlerde konaklamak oldu. Nedense bu tür yerlerde insanların hayatına dair daha çok bilgi edinebiliyoruz. Elif içinde sanırım fotoğraf çekmek daha keyifli oluyor.
Cumphon’da ilginç bir tesadüf bir kaç bisikletçi ile tanıştık. İlk bisikletçi yolda ortlieb çantamla yürürken beni gördü ve arkamdan yetişip kendini tanıttı. Daha sonra oteline gidip eşi ile tanıştık ve Malezya ile ilgili yararlı bazı bilgiler ve bir kaç tane verdiler. Sanırım ileride çok fazla işime yarayacak. Diğer 4 bisikletçi ile “falang bar” denilen Cumphon’un en popüler bar-gusethouses’ında tanıştık. Onlarla aksam kısa bir sohbetin ardından sabah kahvaltısında tekrar buluştuk. Yarım saat bir sohbet süresinden sonra biz ve onlar farklı yollardan Malezya’ya doğru yola cıktık. Umarım onları yolu da bizimki kadar yağmurlu geçmemiştir.
Bu tur benim ikinci turum olduğundan kendimi daha rahat hissediyorum. Bu deneğim anlamında bir rahatlama değil. Nedense bu turda yanıma aldığım eşyalar, bisikletimin hafifliği, günlük yaptığım mesafe benim için ikinci planda olan şeyler. Birinci planda olanlar ise daha iyi vakit geçirmek, yol üzerinde ilginç yerlerde biraz oyalanmak ve daha güzel bir arşiv oluşturmak. Bu yüzden de yanimda bulunan onca eşya -3 tane kalın sayılacak kitap bile var yanimda- beni cok fazla düşündürmüyor.
Bu turda tek sıkıntımız az önce kattığı yerden yağmaya başlayan yağmur. Kritik bir sürede turu çok da sıkıcı hale getirmeden Malezya ya ulaşmamız gerekiyor. Bunun için bir kaç seçeneğimiz var, bunlardan en çok uygulamak istediğimiz bisiklet ile Malezya’ya ulaşmak. Diğer seçeneklerden birisi de yolun bir kısmını tren ya da otobüsle geçmek. Fakat Tayland öyle farklı bir coğrafya ki burada hangi yolun güzel olduğunu nerede ne sürprizlerle karşılaşacağınızı kesinlikle tahmin edemiyorsunuz. Bu yüzden de tren penceresinden dışarıyı seyrederken -buradan bisikletle geçmek lazımdı, ne yaptım ben- şeklinde bir pişmanlık duymak istemiyorum.
Malezya insanının biraz daha kaba olduğu söyleniyor. Ne derece doğru bilmiyorum fakat Malezya benim için gizemini koruyan bir yer ve 2 hafta daha gizemli bir yer olmaya devam edecek.
Hepinize güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Umarım bir aksilik olmadan Turumuza devam eder ve sizlerle paylaşabilirim.
Sevgiler.
Evrim.

2011-10-02

Map Amarit, Cumphon, Kra Buri, Ranong.


Merhaba Ranong’dan,
Bir süredir internet bulamadığımızdan ve yorgunluktan blog ile çok fazla ilgilenemedik sanırım. En son kaldığımız yer olan Pracuap Khiri Khun’dan sonra kendimizi biraz daha cesur hissedip ara yollardan devam etmeye karar verdik. Bu ara yollar için haritalardan daha çok insanlar ile kurulan iletişimin daha çok işe yaradığını kısa zamanda öğrendik. Burada bisiklet temel ulaşım araçlarından olduğu için bisiklet ile gidilebilecek yollar konusunda insanlar deneyimliler.
Pracuap Khiri Khun’dan sonra girişte askerlerin bulunduğu ve yoldan geçen yabancıların isimlerini aldıkları bir yerden geçtik. Bir süre devam ettikten ve canlı müzik yapılan bir yerde yemek molası verdikten sonra bir yol ayrımında bir asker tekrar yolumuzu kesti. Bir kaç saat önce zaten askeri bir müdahale ile karşılaşmış olduğumuzdan bu durum bize çok garip gelmedi bizimle birlikte bekleyen diğer araçlar ile garip bir sürprizle karşılaştık. Sanırım birçok insan yolun, tren yolu ile kesiştiği yerlerde tren için yolun kapatıldığını görmüştür. Ya da diğer kara taşıtları için kırmızı ışıkta bir süre beklersiniz. Bizim için sürpriz bu normal bekleme seansının bir uçak için oluşuydu. Sanırım dünyada çok az yerde bir şehirden bir başka şehire geçmek için kullanacağınız yol bir pistin ortasından geçecektir. Ve az sonra önümüzden havalanan uçağı görmesek oranın bir pist olduğunu bile anlayamayabilirdik.
Yolumuza dar fakat düzgün ve bol palmiyeli, bol kumsallı bir okyanusun takip ettiği bir yoldan devam ettik. O gün sonunda konaklama yerimiz okyanus kenarında sıra sıra bungalovların devam ettiği bir plaj oldu. Konaklama yerinin ismini şimdi çıkarmam zor ama o yol üzerinde o kadar çok yer var ki kalmak için sanırım bizden sonra bu yoldan geçecek birisi konaklama için endişelenmeyecektir.
Ertesi gün tekrar deniz kenarından turumuza devam ettik fakat çok geçmeden yollar inişli çıkışlı bir hal almaya devam başladı. Bol bol kauçuk ağaçlarının olduğu yollar bizi Bang sapan diye bir kente getirdi. Burada bir Çin geleneği olan korkutucu bir ayin ile karşılaştık. Bir süre hiç et yemeyen halk her gün saat iki gibi bu ayini gerçekleştiriyor, bu ayin ile ilgili Ahmet Mumcu’nun blogunda sanırım Malezya bölümünde daha fazla görsel bulunacaktır. İnsanlar bir çeşit trans haline geçip -bana bir çeşit zombi ayini gibi göründü- sokaklarda üzerlerinden kanlar akarak -tabi gerçek kan- ellerinde testere, şiş ya da kılıçlarla yürüyorlardı. Bir çeşit savaşın ortasında kalıp fotoğraf çekiyormuş gibi hissediyordunuz. Bu ayini daha sonra üç defa daha görmemize rağmen diğerlerinin hiç birisi bu ilk ayin kadar korkutucu değillerdi. Ayin bir tapınakta insanların sırayla bayıldıkları (tekrar ayıltmak için üzerlerine su döküyorlardı) son buluyor ve ayinden sonra insanlar korkunç görünümlerini bırakıp yüzlerinden akan kanlara aldırmadan her zamanki gibi gülümseyip normal hayatlarına devam ediyorlardı. Sanırım bizi fark ettikleri tek zaman ayinin bitimi oldu. Zaman zaman yanan kömürlerin üzerinde yürümek ya da 3-4 tane şişi yanaklarında dillerinden geçirmekte bu ayinlerin bir bölümüymüş.
Bang Sapan da ayinden sonra biraz yemek yiyip yolumuza devam ediyoruz ve geceyi Map Amarit denilen ufak ama sevimli bir kasabada geçiriyoruz. Denize kıyısı olmayan bence çok güzel bir doğası olan bu kasaba genelde Thai halkının kaldığı tek bir otele sahip. Gene de bu ufak yerleşimde bir kaç tane karbon yol bisikleti görmek mümkün.
Cumphon adalara geçiş için genelde turistlerin bir gece kaldıkları, belli dönemlerde çok kalabalık olduğunu tahmin ettiğim bir kent. Buradaki konaklama imkanı çok fazla ve biz gittiğimizde neredeyse her yer boştu. Gene de bizim gibi bisikletçiler için hava koşulları ikinci planda kaldığından olsa gerek cumphon’da tur yapan 6 bisikletçi ile tanışıyoruz. İlk tanıştığım çift ile malezya ile ilgili harita ve bilgi alışverişi yapıyoruz. Akşam ikinci grup kısa bir sohbet ediyoruz. Aynı yöne devam edeceğimiz için -onlar da malezya ya devam edeceklermiş- sabah kahvaltıda tekrar görüşmek üzere vedalaşıyoruz. Onların gideceği yol bize biraz daha sevimsiz geldiğinden ve bir an önce dağlarda bisiklete binmek istediğimizden biz 4 numaralı yoldan kra buri ye tırmanmaya karar veriyoruz. Onlar ise bir süre daha Doğu dan devam edip batı sahiline geçmeyi planlıyorlar. Eğer hızlarımız aynı ise sanırım bir kaç gün içinde yolda tekrar karşılaşmamız mümkün olacaktır.
Kra Buri aslında çok az turistin tercih ettiği -bizden başka hiç bir yabancı yoktu- fakat yol üzerinde bir bisiklet için güzel bir mesafede bulunduğundan neredeyse sadece bisikletçilerin konaklama yeri olmuş bir kent. Kaldığımız yerin defterine bir şeyler karalarken daha önceki konukların neredeyse tamamının bisikletçi olduğunu, inişli çıkışlı yollardan sonra burada konaklamayı tercih ettiklerini öğreniyorum. 
Kraburi den sonra bu bölgenin başkenti sayılan Ranong ta bu satırları yazıyorum. Kra buri Ranong arası benim çok keyif aldığım neredeyse kuzey Tayland ya da Laos kadar yeşil sayılacak bir yol. Yol üzerinde vakti olanlar için bir kaç tane şelale var. Eğer hızlı bir tur yapıp kente bir an önce varmak niyetindeyseniz de yol kenarında en keyifli şelalelerden bir tanesi sizi karşılayacaktır. Bizim için ufak bir tırmanış antrenmanı sayılacak bu inişli çıkışlı – bir o kadar da yağmurlu- yollar bir kaç gün sonra düzlüklerle birlikte bitecek. Burası güneyin en yağışlı yeri ve sanırım yeşilliğini de biraz bu yağışlara borçlu.
Malezya ya geçmek için iki haftamız var. Sanırım yeterli bir süre fakat 1000 km ye yakın bir yol yapmamız gerekecek bu iki hafta içerisinde. Bu yüzden de belki de Tayland da ki son günlerimizde Krabi de bir kaç gün bisiklete binmeye ara verip  istirahat etmek ve yolun sıkıcı bölümünde tren kullanmayı tercih edebiliriz. Yolculuğumuzun ilerleyen kısımlarında buna karar vereceğiz.
Ranong dan selamlar. sevgiler.