2009-05-21

2 Kanchanaburi

Nakhon Pathom’dan 79km sonra Kanchanaburi’ye varıyorum. Burası Bangkok yakınlarındaki en önemli turizm kentlerinden birisi. Şehir Kwai nehrinin etrafına kurulmuş. Etrafındaki milli parklar, şelaleler ve birçok kişinin filmini ve film müziğini hatırlayacağı Kwai Köprüsü burasını ünlendirmiş.
Buraya gelirken 30km kadar yağmurda bisiklet kullanmak zorunda kalmıştım. Çok az bir yağmur yağmış olsa da bisiklet turumda gördüğüm ilk yağış olması yüzünden biraz durup yağmurun dinmesini beklemiştim. Yağmuru beklemenin bir sonuç vermeyeceğini anlayınca yola devam etmiştim. Kanchanaburi’ye girdiğimde ıslak ve kirli hissediyordum. Bu yüzdende ilk gördüğüm gusethouse (GH) da konaklamaya kara vermiştim. Bu GH ne yazık ki şehrin en kişiliksiz yerlerinden birisinde yer alıyormuş. Bir yol kenarında, akşam pazarına uzak, yerel halktan kopuk, turizmin canlı olduğu ikinci bir Kanchanaburi denebilecek nehir kenarı ile ilişkisi olmayan fakat konforlu, içinde bisikletimi bırakabileceğim bir avlusu olan bu GH de sadece bir gün kaldım. Şehirdeki diğer günlerimi nehir kenarında daha güzel ve daha ucuz bir GH da geçirdim. Bu GH turumun bundan sonraki kısmını planlayacağım yer olacaktır.
-------------

-------------
Bazen bisikletle olmak, şehir içinde bisikletle bir yerlere gitmek insana çok güzel sürprizler hazırlıyor. Bunlardan birisini bir akşam bisikletle bir şeyler yemeye çıktığımda yaşamıştım. Kanchanaburi Ölüdeniz benzeri bir yer gibi düşünülebilir, gece açık havadaki barlarda bir şeyler içip bilardo oynayabilirsiniz, sahil kenarında ki GHnin kafesinde nehrin tadını çıkarıp hamakta sallanabilirsiniz. Fakat bunlar yerli halkın katılmadığı eylemlerdir. Halk kendi arasında çok daha faklı bir yaşam kurmuşken, şehre gelen yabancılar için yalancı, parlak, eğlenceli bir dünya yaratırlar. Ben bu yalancı dünyanın dışına ilk çıkışım o gün olmuştu. Sadece yerel halkın buluşma noktası haline gelmiş bir sokak ve bu sokağın uncunda ki ufak bir meydanda yemeğimi yerken, insanların eğlencelerini, ilkokul çağında çocukların hazırladığı bir folklor gösterisini, transseksüellerden oluşan bir grubun sahnede çaldığı bir sokak düğünü ve tabii ki yerel halkın oradaki tek yabancı oluşumdan dolayı gösterdiği olağan üstü ilgiyi görme şansım o gündü. Halkın ilgisi şaşırtıcı boyuttaydı. İlk başlarda sevimli ve makul tekliflerle gelirlerken gecenin sonuna doğru teklifler ilginçleşti. Bir yerde snooker oynamaya başlamışken mekân sahibi kadın oradaki kızlardan birisini gösterip beni onunla gezmem için ikna etmeye çalışıyordu, bir yandan da 16 yaşında bir çocuk bana uyuşturucu ikram ediyordu. İki teklifi de kırıcı olmadan reddettim.
Ertesi gün bisiklet çantalarımı onarıma verdim. Çantaları onartmak için gittiğim terziler bunları dikemeyeceklerini söylediler ve bunu bir ayakkabı tamircisinin yapabileceğini tarif ettiler, tarif etmek için bir ayakkabı göstermek isteseler de görünürlerde bir ayakkabı falan yoktu o yüzdende çıplak ayaklarını gösterdiler. Bende anladığımı belirtmek için sandaletimi tuttum. Şehirde sadece bir ayakkabı tamircisi varmış, o da olmayabilirdi; çünkü burada hiç ayakkabı görmemiştim. Ben bile bisiklet üzerinde olmasam ayakkabılarımı daha fazla taşımazdım. Ayakkabıcıyı bulup çantalarımı verdim. Çantaları üç gün beklemek zorunda olduğumdan da kendime tüm günümü alacak olan bir tur ayarladım. Ertesi günde yakınlarda yer alan bir tepenin tepesine inşa edilmiş bir tapınağa gittim.
Bu tapınak gezisini yaptığım gün 6-7 otobüs dolusu öğrenci sürüsü tapınaktaydı. Bol fotoğraf çektiğim tarihi bir önemi olmayan bu tapınak renkli Tayland mimarisini en iyi anlatan tapınaklardan birisi olmalı. Bütün yüzeylerin yaldızlı mozaiklerle kaplandığı tapınak, çok büyük, altın gibi parlayan buda heykelinin arkasında bir fon gibiydi. Bu hali ile tapınak buda heykelinin yanında ikinci planda kalıyor, budanın bir merkezde bulunabileceği bir çerçeve sunuyordu. Buda ve tapınak bir uydu anteninin çanağı ve merkezinde ki alıcıya benziyordu.

 
Tapınak inişinde bisikletimin yanında biraz dinlendim. Tapınağının güzel fotoğraflarını çekebilmemi sağlayan güneş, beni biraz yormuştu. Bu esnada yanımda duran öğrenci grubundan bir kız utana sıkıla gelip benimle sohbet etti, Bangkok’ta olduğunu söyledi, dikkatli olmamı diledi ve gitti. Bende bisikleti hazırlayıp gitmeye hazırlandım. Tam bu sırada az önce utangaç bir sohbet yaptığımız kız tekrar yanıma geldi, daha da utangaç bir halde bana üzerinde telefon numarasının yazılı olduğu bir kâğıt uzattı ve otobüste onu bekleyen arkadaşlarından oluşan izleyicilerinin önünde koşarak otobüse atladı.
Bu telefon numarası 3 hafta sonra, Laos’a geçmeden önce, tamamen unuttuğum bir günde beni tekrar arayacak ve sıcak bir telefon konuşması yapacaktı.
Tayland’da Kanchanaburi ile ilgili, gözümün önünden gitmeyen bir görüntü, akşam güneş yeni batmışken yağmurun altında akşam pazarında yemek ararken gördüğüm bir kıza aitti. Bu kız 20 yaşlarında, diğer bütün Tayland kızları gibi uzun, düz, siyah saçlı, zayıf ve narindi. Tek farkı genelde olması gerektiği gibi esmer tenli değil açık, bembeyaz tenliydi. Kız yemek tezgâhının önünde torbalara doldurulan yemekleri bekliyor, satıcıya bir şeyler işaret ediyor, göstermek için parmak uçlarında yükseliyordu, ayakları çıplaktı ve koyu renk bir su birikintisinin içinde duruyordu. Yağmurun vücuduna çarpan damlaları bedeninin etrafında bir hale oluşturuyor, sanki onun parlamasına sebep oluyordu. Kız çok güzeldi. Güzel şeyleri anlatmak çok daha zevkli, o yüzden kızımızın içinde bulunduğu akşam pazarının kargaşasını, pisliğini anlatmak istemiyorum. Fakat şunu söylemek gerek böyle bir ortamda güzel bir şey, olduğundan daha da güzelleşiyordu. Bu kızın başka bir giysi ile başka bir ortamda daha güzel olabilmesi imkânsızdı. “Bataklıkta bir orkide”. Bu orkidelerden Tayland’da çok fazla gördüm.
Bir insan ırkının bu kadar zarif, etkileyici olabileceğini daha önce tahmin edemezdim.
Zamanında Ayutthaya başkentmiş. Bu dönemde Komşu Burma ile aralarında savaş varmış. Bir gün Burma ordusu savaşmak için meydana gelmiş, kamp kurmuş. Ayutthaya halkı en güzel birkaç kızını düşman kamp alanına yollamış. Kızlar bütün orduyu sarhoş etmeyi başarmışlar ve ertesi gün Ayutthaya ordusu sarhoş Burma ordusunu bozguna uğratmış. Bu hikâyeyi bana anlatan kişi “Taylandlı bir kız silahtan daha tehlikelidir” diye sözünü bitirmişti. Hikâye gerçekmiş, eminim Burma ordusundaki bütün askerler kızların geliş amacını sezmiş ama karşı koyamamıştır.
Akşam geri dönüp 6 bira içtim, biraz geç yattım ve sabah 7 gibi Ayutthaya’ya doğru yola çıkacağım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder