2011-10-19

Hat Yai, Pdang Besar


Phattalung’da 2 gün kalıp bisikletlerimizi onardıktan sonra sınıra 50km mesafede Hat Yai isimli bir kente gidiyoruz. Burası büyük ve Malezya’ya geçiş yapmak isteyen insanlarla dolu bir kent. Burasını ilk başta çok sever gibi olmamıza rağmen bizim tahammül edebileceğimizden fazla böcek oluşu bizim bu kentte sadece bir gün kalmamıza sebep oluyor. Burada kendimizi biraz ödüllendirip 2 yıldızlı bir otelin 5. Katında böceklerden uzak bir oda tutuyoruz. Ertesi sabah bisikletlerimizi almadan ufak bir şehir turu yapıp öğlen saatlerinde de şehri terk ediyoruz. Hat Yai ile ilgili daha uzun yazmak isterdim ama şehri gezerken etrafımızdan çok yerlere böcek var mı diye baktığımızdan çok fazla bir iz bırakamadı bizde.
İkinci ve Tayland’da ki son konaklama yerimiz ise bir sınır kasabası olan Pedang Besar. Burasının güzelliği hem Malezya hem de Tayland havasını solumanız olsa gerek; akşam pazarında karnınızı doyurmak için dolaşmaya çıktığınızda yemeklerin çeşitliliği iki kültürü de size hissettiriyor. Elif ile otele yerleşip akşam yemeklerimizi yedikten sonra bir şeyler içmek için bir yerler aramaya koyuluyoruz. Ama ne şans; burada sadece karaoke barlar var. Burada Karaoke bar anlayışı aslında iki tür: İlki daha çok bizim kaldığımız yerlerde görünen, yabancılara hizmet eden, genelde yalnız erkeklerin gidip bazı kızlarla tanıştığı yerler. İkinci tip ise daha çok kırsalda, ufak yerleşimlerde görünen geleneksel tip; burada daha çok gençler bir şeyler içip hoşlandıkları kişiler için şarkılar söylerler. Daha öncesinde birbirini sevdiklerini tahmin ettiğim bir çiftin karşılıklı şarkı söyleyişlerini izlemiştim. Bazen bir kişi çıkıp başka masada oturan birisine hitaben şarkısını söylüyor bazen de 2-3 kişi ortak şarkı söyleyip diğer masadakilerle flörtleşiyorlardı. Bence oldukça romantikti ve ufak yerleşimlerin bu kadar sosyalleşmesi beni etkilemişti.
Sonunda şansımız dönüyor ve bira içeceğimiz ve geleneksel müzik dinleyebileceğimiz çok güzel bir mekan buluyoruz. Burası masif ahşap mobilyalarla düzenlenmiş, bir şarkıcının şarkı söylediği bir bahçe aslında. İrili ağaçların altında, ufak bir oyun köşesinin ve birkaç ufak süs havuzunun arasında ki koyu renk ahşap masalardan birisine oturup biralarımız istiyoruz. Bu arada da komik bir diyalog yaşanıyor: Ben su istemeye çalışıyorum fakat basit bir su isteme işlemi o kadar dallanıp budaklanıyor ki en sonunda ayağa kalkıp el kol hareketleri ile tarif etmeye çalışıyorum. Bu da yetmeğince kalkıp süs havuzundan su içer gibi yapıp su içmek istediğimi çok açık belirtiyorum. 3-4 dk süren bu çabalama süreci bizim için oldukça komikti. Bazen insanlar su içmek istemediğinize o kadar emin oluyorlar ki gerçekten su içmek istediğinizi anlamamak için elinden geleni yapıyorlar. Benzer ve daha vahim bir olayda birkaç gün önce burada Malezya’da başıma geldi. Ben süt içmem ve kahvemi de sütsüz isterim. Burada yol kenarında kahve içmek için durduğumuz mekanda mutfağa girip kahve istediğimi söyledim. Malezya’da insanlar çok güzel İngilizce konuşuyorlar. Bu yüzden de en kırsal kesimde bile derdinizi İngilizce anlatma şansınız oluyor. Kahve istediğimi söyledim. Ok dedi ve önce süte davrandı, süt istemediğimi söyledim, o zaman krema kıvamında ve oldukça şekerli olan pastörize edilmiş bir tür süt türü koymaya çalıştı, onu da istemediğimi söyledim, o zaman şeker koymaya çalıştı, onu da istemediğimi belirttim, o zamanda neskafe koymaya çalıştı. (Ufak bir not: burada kahve yetiştiği için kendilerine özgü değişik bir kahveleri ve demleme stilleri var. Aynı bizim türk kahvesi’nin farklılığı gibi burada ki kahvede buraya özgü ve oldukça sert. Bence bu yörede yapılan geleneksel kahve neskafeden 10 kat güzel). Bende neskafe değil geleneksel kahve istediğimi söyledim. Tabi bunları yaparken bir yandan söylüyorum bir yandan da ellerimle işaret ediyorum. Karşı tarafta her söylediğime “ok no milk”, “ok no sugar” diye onay veriyor. Komik kısım şimdi başlıyor, ben neskafe yerine geleneksel kahveyi isteyince her şey reset’lendi. Tekrar başa döndük ve adamın eli tekrar süte gitti. Ben istemediğimiz söyledim, sonra pastörize olan, istemedim, sonra şeker, onu da işaret ettim, en sonunda sadece kahve koymaya ikna edebildim. Sadece neskafe yerince normal kahve koymasını istemek bütün süt-şeker kaosunu tekrar yaşamanıza sebep oluyor.

Şimdi tekrar Tayland’da dönelim ve kaldığımız yerden devam edelim. Biralarımızı içip yerel şarkının tadını biraz çıkardıktan sonra Elif ayrılıp bir saat masaj yaptırmak istiyor. Sanırım bir daha Tayland’da dönene kadar masaj yaptıramayacak. Bende biraz turlayıp bir şeyler içiyorum. Erken kalkmak ve gerçektende vize olmadan sınırı geçebilecek miyiz öğrenmek üzere otele dönüyoruz.
Geride kalan bir ayda Tayland çok keyifli geçti. İkimizin de daha çok keyif aldığı yerler daha az gelişmiş ve yabancılar tarafından çok fazla işgal edilmemiş ufak kasabalar oldu. Bu tür yerlerde geleneksel yaşantıyı yaşamak bize daha çok zevk verdi. Normalde ufak bir köyden çok fazla sosyal yaşantı bekleyemezsiniz. Ama Tayland bu konuda çok farklı; insanlar genelde dışarıya bağlı yaşadıklarından ve daha çok kadın egemen bir sosyal hayata sahip olduklarından son derece sosyaller. Buradaki yaşantıda evlerde mutfak bulunmuyor ve dolayısı ile insanların iletişim kurmaları sabah kahvaltıda başlıyor. Yemek için bütün şehir sabah marketlerine akın ediyorlar ve ortak masalar etrafında yemeklerini yiyorlar. Öğlen ve akşam içinde aynı şey geçerli, özellikle akşam marketleri çok daha renkli oluyor; insanlar burada sadece yemek yemiyorlar değişik eğlencelere katılıyorlar mesela birçok kentte sahnelerde canlı müzik eşliğinde yemeğinizi yiyebiliyorsunuz. Daha çok panayır havasında olan akşam marketlerinde bir de uzun alışveriş tezgahları bulunuyor. İkinci el eşyalar, yeni kıyafetler, hediyelikler, çeşitli oyuncaklar arasında elinizde kızarmış kalamar ya da karideslerle dolaşıp, çeşitli meyve sularını deneme şansınız oluyor. Ve nasıl oluyor bilemiyorum ama bu marketlerde hala karşıma daha önce hiç denemediğim değişik lezzetler çıkıyor.
Sosyal yaşantının bu kadar gelişmesinde kadın egemen bir toplum anlayışının olmasının dışında en önemli etken tabi ki din. Budizm burada insanların hayatlarının bir parçası, rahipler her sabah 6 gibi şehirde dolaşıp halktan yemek toplarlar. Bu halk ile rahiplerin kaynaşmasına sebep olur. Burada insanlar rahiplerin onlara iyi şans getirdiğine inanıyorlar. Birçok defa bizi de bazı özel törenlere çağırdılar. Bu tür bir inanışımızın olmadığını gelmek istemediğimizi söyleyince, inanıp inanmamanın önemli olmadığını, sadece iyi şans için yapmamız gerektiğini söylüyorlar. Yani sansını arttır. Burada ki dini hayatın çok farklı bir havası var. Yaşanan dünya, gördüklerin, etrafındakiler sadece bunlar onlar için önemli. Ve sanırım bu dinin bir şartı yok, çok cool senin inanıp inanmaman bile umurunda değil Buda’nın. Bir defasında Bangkok’ta kaldığım hostelde Pakistanlı bir Müslüman sabaha kadar beni konuşmaya tutmuştu. En sonunda sıkılıp peki biz inandığımız için er geç cennete vs gideceğiz, diğer tek tanrılı din mensupları içinde geçerli, peki Budistler en olacak diye sormuştum. Oteldeki Budist kadını işaret edip onların hepsinin cehennemde yanacağını söylemişti. Kadının tavrını görmeniz gerek. Hiç umurunda bile olmadı. Sanırım onları cezp etmek için cennetten daha fazlası gerekiyor. Beklide biraz anaerkil yapıdan dolayı insanlar cennetteki hurilerle pek ilgili değiller. Her neyse amacım dinleri kıyaslamak değil. Sadece şunu fark ettim. Burada hayatın bir parçası olan din, hayatla beraber bir dönüşüm içinde. Yani en son çıkan bir yenilik dini hayatında bir parçası oluyor. Üzerine bir uzmanlar topluluğu toplanıp ama bu son teknolojiyi kullanırsak Tanrıları kızdırmış olur muyuz diye tartışmıyorlar. Sanırım tüm bunları açıklamak oldukça zor. Buraya gelip bir süre kaldıktan sonra insan buradaki farklığı çözümlemeye başlıyor. Gene de bir ülkenin nasıl bu kadar hoşgörülü ve sevgi dolu hale geldiğini anlamak için sanırım daha fazla inceleme yapmak gerek. Benim net olarak gördüğüm farklar din ve kadının egemenliği. Fakat asıl merak ettiğim ve anlamakta zorlandığım şey dinin nasıl bu kadar şeffaf ve kadının nasıl bu kadar eşit hale geldiği. Tüm bunların altındaki asıl sebebi bulmak sanırım benim için mümkün değil.
Tayland ile ilgili kısımı şimdilik sonlandırma zamanı geldi. Burası ülkenin güneyinde sınırı 3km uzaklıkta bir kent ve ertesi gün Malezya serüvenimiz başlayacak. Sanırım bir daha kuzey Tayland’da dönene kadar sadece anılarla ve bu blogta yazdıklarımızla yetineceğiz.
Evrim.
George Town, Malezya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder