2011-10-19

Malezya, Alor Star,Yan, Sungai Pethani, George Town


Ve Malezya.
Bizi en çok tedirgin eden mesele yani sınırdan geçmek çok kolay halloldu. Hiç soru sormadan sadece pasaportlarımıza damga vurdular ve 90 gün kalmak için izin verdiler. İlk başlarda Malezya bizim için büyük bir bilinmezlikti. Ne para birimlerine bakmıştık, ne kaç lira harcayacağımızı planlamıştık. Sadece ülkeye girdik ve bisiklete binmeye başladık. Burada ilk izlenim yollarının Tayland’dakinden çok daha güzel oluşuydu. Tabi bu pek uzun sürmedi. Sadece göstermelik bir 30km süslenmiş ve önümüze kırmızı halı gibi serilmişti. Geriye kalan yollar sadece Türkiye’deki yollardan 10 kat iyi olacak kadar idare eder düzeyde. Bisiklet Tayland’daki kadar yaygın olmasa da yoğun motor kullanımı yolları şekillendirmiş ve her yolun kenarında bisiklet ve motor için ayrı bir şerit ayrılmış. Ve isterseniz otobanlarda bile bisiklete binme sansınız var. Çünkü otobanların bile kenarlarında bisiklet ve motorlar için ayrı bir şerit bulunuyor. Buradaki yolların tek avantajı daha gölge olması, yol kenarındaki ağaçlar daha büyük ve yollar daha dar bu yüzdende yolun iki tarafında gölge kalıyor. Bu daha keyifli bisiklet kullanmanıza sebep oluyor.
30km kadar Malezya’da ilerledikten sonra bir bankadan para çekmek istiyoruz. Fakat tek sorun kaç TL=kaç RM bilmememiz. Banka kapalı olmasına rağmen içerideki görevliler bize yardımcı olup internetten € (euro) olarak Malezya RM’sinin karşılığını söylüyorlar. Bizde bizi bir süre idare edecek parayı ediniyoruz. İlk konaklama şehrimiz ile Alor Star. Nedense burada ki şehir isimleri bana hep kovboy filmlerini hatırlatıyor. Alor Star oldukça sevimli bir kent fakat Tayland’da uzun uzun bahsettiğim sosyal hayat neredeyse sıfır. İnsanlar nerede diye uzun süre araştırıyoruz. Sadece araba içerisinde bir yerden bir yere giden kalabalıklar görüyoruz. En sonunda gençlerin toplandığı karşısında büyük bir camii bulunan bir meydana geliyoruz. İnsanlar bizi görünce biraz fazla dikkatlice bakmaya başlıyorlar. Anladığımız kadarı ile buradaki sosyal yaşantı akşamları parkta oturup camiyi seyrederek çiğdem çıtlamaktan ve gelene geçene bakmaktan ibaret. Otele dönerken Çinlilerin bulunduğu bir yer keşfediyoruz. Burası sanırım şehrin bira içilen tek mekanı. Burada oturup sanırım turumuzun en pahalı birasını paylaşıp yorgunluğumuzu gideriyoruz. Burada marketten büyük bira almak isterseniz 6TL ila 9TL arası para vermeniz gerek. Düşünün bir bizdeki market fiyatının 3 katı. Haa ama sakın hemen Malezya’da çok pahalıymış demeyin eğer buradan 1LT benzin almak istereniz 0.95RM yani sadece 0.5TL. Bizdeki benzin kaç Tl bilemiyorum ama sanırım 50kuruşa 1lt benzin alamıyoruzdur. Tayland biraz daha pahalıydı. Sanırım 1lt si 35 baht yani 2tl. Burada ki fiyatlarla ilgili kısa bir bilgi vermek istedim sadece. Bir birayı kederle bölüşüp Malezya tatilimizi en kısa sürede bitirme kararı aldıktan sonra otele dönüp ertesi gün için dinleniyoruz.
Ertesi gün ilk defa Malezya’dan okyanusa bakıp biraz deniz kabuğu topluyoruz. Daha sonra bir süre okyanusa paralel gidip büyük bir şelalenin olduğu bir milli parka ulaşıyoruz. Buradaki şelale –ismini unuttum tabii, birkaç gün öncesini anlatınca bu tür kayıplar oluyor.- çok uzaklardan görünebiliyor ve o kadar yüksekten akıyor ki en tepesini görmekte zorlanıyorsunuz. Biz sadece bir nehrin kıyısına gidiyoruz. Şelalenin dökülüşünü izlemek için 3 saat treking yapmak gerekiyormuş. Biz treking fikrinden vazgeçip biraz dinlenip bu gün finali yapılan off road yarışlarının ödül törenini izliyoruz. Saat 7 gibi herkes dağılınca rahat bir yere çadırımızı kurup uyuyoruz. Ertesi sabah erkenden kampı toplayıp 50km uzaklıktaki bir kent’e ulaşıyoruz. Burası Malezya’da ki ikinci büyük kentimiz ve ülke insanını biraz daha tanıma şansı veriyor bize. Burada yaşayan Çinliler ve Malezyalılar birbirinden farklı hayatlar kurmuşlar. İki farklı kültür bir arada yaşamayı öğrenmiş gibi görünüyorlar. Burada yaşayan Müslüman halk ise bize göre biraz daha aşırıya kaçmış durumda. Sokaklarda herkes camiye gider gibi giyiniyor. Fakat Müslüman halk bize göre kadını daha az baskı altında tutuyor. Burada bir Tayland etkisi olan kadın egemenliği bir ölçüde devam ediyor. Kadınlar ile bir erkek olarak istediğiniz gibi konuşabiliyorsunuz. Hiç unutmam Ülkemizde güneyde bir kentte bir fotoğraf çektirmem gerekiyordu. Ne makinemi koyacak bir yer vardı nede fotoğrafımı çekecek birisi. Derken iki kız geldi. Fotoğrafımı çekmelerini rica ettim. Ne dediğimi dinlemeden kaçıp gittiler. Bir an gerçekten kötü bir şeyler yapacağımdan korktuklarına eminim. Bende baya kızmıştım kendi kendime, hala kendimi Tayland’da mı sanıyorsun diye. Dönelim Malezya’ya; burada Türkiye’de başıma gelen olayı yaşamam mümkün değil. Bu benim bir yabancı olmamdan kaynaklanan bir durumda değil. Burada kadın erkek eşit ölçüde sosyaller. Beyim bilir şeklinde boynu bükük kadınlar yok. Belki de bu yüzden Malezya’yı sevmeye başladık ve kısa sürmesini planladığımız Malezya seyahatimizi biraz daha uzatmaya karar verdik. Ertesi gün hakkında pek bir şey bilmediğimiz George Town adında bir kente doğru yola çıkıyoruz. Burası sanırım bizim en keyif aldığımız yerlerden. Burası bir ada ve ana karaya 13.5km lik dünyanın en uzun 3.sü olduğunu söyledikleri bir köprü ile bağlanıyor. Sanırım bu köprü üzerinde bisiklete binmek olası fakat anakaraya giderken yapar mıyız bilmiyorum. Bana nedense çok çekici gelmedi. George Town da iki gün kalıyoruz. Konaklama yerimiz son derece sevimli bir Guest House ve burada bize bilgi vermekten keyif alan bir Malezyalı bisikletçi daha var. Kuala Lumpur’dan buraya bisikletle gelmiş ve daha ilk turu olmasına rağmen çevre hakkında çok fazla şey biliyor. Kentin bizim kaldığımız kesimi sadece eski evlerden oluşuyor ve bende sanki bir filmin içindeymişim hissi uyandırıyor. Etrafımdaki bütün binalar 2-3 katlı hepsi benzer güzellikte işçilikle yapılmışlar. İzmirli olanlar lavanten evlerinden oluşan bir şehir düşünsünler ve arada bu güzelliği bozacak hiçbir bina olmadığını. Bu güzel binalar bir yandan da rengârenk boyanınca, buradaki ahşap işçiliğini ekleyince mis gibi bir şehir ortaya çıkıyor. Akşam biraz dolaşıp otelde vakit geçirmeye karar veriyoruz. Otelimizin girişi daha çok bir kafe’yi andırıyor. Burada oturup dışarıdan aldığınız bir içkiyi yada otelde bulunan kahvenizi içebiliyorsunuz. Sessiz, sakin bir sokakta akşam muson yağmuru (bizde yaz yağmuru oluyor) yağarken, ılık bir havada kahvenizi içmenin ve ayaklarınızı dinlendirmenin keyfi sonsuz. Elif sanırım henüz kendini hazırlamamıştır fakat 2 gün sonra Cameron Highland denilen 1600m rakımlı bir yerde kalacağız. Sanırım turumuzun ilk zorlu etabı burası olacaktır. Ben vitesler konusunda kendimi şanslı hissediyorum. Önceki bisikletime göre çok daha düşük vites kombinasyonlarına sahip bir bisiklet benimkisi. Elifte ise benim önceki bisikletimin aynısı var. Sanırım Elifin yükünün birazını ben alırsam, tepeye çıkarmam gereken yük ben dahil 120kg civarında olacak. Elif 85kg civarında kalacaktır. Bu durumda ikimizde pestili çıkmış vaziyette Cameron Highland da bol bol dinlenebileceğiz. Fakat Ahmet Mumcu’nun anlattığı kadarıyla sanırım görülmeye değer yerlerden birisi Malezyada.
Şimdilik paylaşacaklarım bunlar. Sanırım Malezya’da, farklı bir kültürde bol bol renkli kareler yakalama şansımız olacak. Umarım fotoğrafları ve yaşayacaklarımızı beğenirsiniz.
Evrim.
George Town. Malezya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder